20 Eylül 2017 Çarşamba

toplantılar

Patronun yaptığı uzun toplantılar.

Genelde küçük işletmelerde patron çok uzun ve sıkıcı toplantılar yapar. Bu toplantılar aslında her çalışanın müdüründen bekçisine kadar her çalışanın katıldığı uzun ve anlamsız toplantılardır.

Çalışanlar “aslında patronlar bu toplantıları kendi egosunu tatmin etmek için yapıyor” diye düşünür.
Bir açıdan bakıldığında bu toplantılar gerçekten de patronun kendini tatmin etmesine yarar. Patron aklından geçeni söyler. Her çalışanın sorduğu soruya verilecek bir cevabı vardır. Genelde bu toplantılardan sonra çalışanlar gerilir, patron gerilir ama yapılacak pek de bir şey olmadığından katılır herkes.

İşleri delege etmiş patron bu hataya düşmez. İlgiliyle kısa toplantılar hatta görüşmeler yapar ve toplantı neticesini bir sonraki görüşmede sorar. Ancak işlerini delege edememiş ve liyakate uygun yönetici atayamamış patron fikrini çalışanların hepsine iletmek zorunda olduğundan toplantılarda sürekli konuşan taraf olur. Yöneticilerinden çok konuşan, sürekli talimat veren patron hem yöneticiyi saf dışına iter ve her sorunun kendisine gelmesinin önünü açar. Bu durum ileride hem yöneticinin yönetebilme yeteneğini azaltır hem de her sorunun patrona kadar ulaşmasına sebep olur.

Toplantılar genelde yöneticilerin ve patronun mutsuzluğuyla biter. Çalışanlar genelde ne olduğunu anlamadan toplantı salonundan ayrılırlar. Patron kızgın konuşmuş ve hatta tüm çalışanları fırçalamıştır. Çalışan;

  • -          İşler kötü galiba,
  • -          Yöneticimiz iyi değil galiba,
  • -          Amma çok konuştu, bıraksaydı işimizi yapsaydık,
  • -          Bu saatte neyin toplantısıydı bu şimdi,
  • -          Patron yengeyle atışmış yine,

gibi sonuçlar üretmiştir. Hele birde zılgıtı yemiş yöneticinin suratı. O hiç çekilmez. Genelde küçük şirketlerde toplantılar böyle olur.

Peki bu kadar uzun toplantılar gerekli midir?

Elbette toplantı gerekli bir şeydir. Ancak patronun kendi işini ve çalışanları engellemeyecek şekilde ve çok sıkıcı olmayan toplantılar düzenlemesi gerekir.

Toplantılar birim yöneticileri ile çalışanlar arasında ve uygun zamanlarda olmalı sonrasında bu müdürler patron ile tek tek toplantı yapmalıdır. Asıl olan budur.

Yöneticiler iyi çalışıyor ve işini tam yapıyorsa, çalışanlardan doğru bilgi toplayabiliyor ve üst yönetimin mesajlarını ve taleplerini doğru iletebiliyorsa elbette patron da sadece zevk olsun diye nutuk çekmez.

Her patron işini yaptırabileceği yöneticilerle çalışıp dışarı çıkmak ister. Çalışanlar şunu hep hatırlamalı.

“patron ne kadar uzağınızda olabiliyorsa işler o kadar iyi yürüyordur”

Patron yurt dışına çıkar yeni ürünler bulur. Patron büyük müşterileri ziyarete gider ve büyük işler yapar. Patron öğle yemeğinde tedarikçisiyle zaman geçirmelidir. Her şeyden önce patron tatil yapmalıdır. Kafası zinde olan patron çok daha iyi iletişim kurar. Çalışanlar bayram tatiline sevinirken patron bunu tatil olarak değil iş kaybı olarak görür. İşte bu sebeplerle patronlar da değerli zamanını harcayıp uzun ve sıkıcı toplantılar yapmak istemez.

Mecbur kalır.

Delegasyonu doğru yapamayan patron da çalışan da uzun toplantıya mecburdur aslında.

Destek olabilirim.
Gürkan
gurkan@gurkanakman.com




-           




19 Eylül 2017 Salı

Patron ve muhasebeci,

Patron ve muhasebeci,
Patron ilk ve en mahrem konularınızı paylaşabileceğiniz bir muhasebeci arayışına girer.
Genelde muhasebeciden haddinden fazla şey beklenir gibi sanılsa da bu aslında çok basit bir bakkal hesabı gibi bir şeydir. Patron mali işleriyle ilgilenecek bir muhasebeci arar ama ilan çıkarken muhasebeci yazmaktan başka şansı yoktur. Bu sebepten muhasebeci arar.

Patronun mali işler ile muhasebeci arasındaki farkı anlaması gerekir. Patron tüm mali işleri bilen ama adı muhasebeci olan birini işe alıp işi kolay yoldan halletmenin peşindedir. Bu aşama geldiğinde çok seçici olmak zorundadır. Tüm sırlarını saklayabilecek kadar namuslu, tüm işleri halledebilecek kadar çalışkan, finanstan anlayan, gerektiğinde kredi bulabilecek kadar kurnaz, ekip arkadaşlarına dur diyebilecek kadar cesur, istediği raporları anında getirebilecek kadar çevik olması genel beklentileridir.

Patronun arasındaki farkı anlayabilmesi gereken temel konular şunlardır.

Mali müşavir;
Şirketin tüm vergi dairesi işlerini halleder. Gerektiğinde şirkete uygun finansal tablolar oluşturacak, kendisini devlet dairesinde teslim edecek ve ayda birkaç gün şirkete gelip kayıtları kontrol edecek dışarıdan hizmet alınacak bir kurumdur.

Finanscı;
Şirketin borç alacak durumunu bilen ve idare eden çalışandır. Şirketin kasa kayıtları finansçıdan sorulur. Çek senet tahsilatı veya ödemelerini bu arkadaş yapar. Genelde maaş ödemelerini, prim ödemelerini, bankalarla görüşmeyi bu arkadaş gerçekleştirir. Patron bu konuları bu arkadaşa yıkacağından son derece kuvvetli olmalıdır.

Muhasebeci;
Genelde patronun en çok yanıldığı pozisyon budur. Patron hem mali müşavirin yapması gerekeni hem finansçının yapması gerekeni bu arkadaştan bekler. Muhasebecini görevi resmi kayıtları tutup mali müşavire hazır etmek olsa da patron bütün işleri muhasebeciden bekler. “Ben şunun raporunu görmek istiyorum”. Bu sorunun sonucunda muhasebe çalışanı bilanço getirince patron anlamaz. Patron aslında çok daha basit bir rapor bekler. Patron genelde bilanço, mizan ve resmi finans tablolarından pek anlamaz. Onun beklediği günlük, haftalık, aylık olarak çok basit ve tek tablodan oluşan bir sonuçtur. Bu tablo öyle basit şekilde hazırlanmalıdır ki patron şak diye anlayabilsin. Neredeydi bu gün ne olduk. Varlıklarımız ne kadar ve borçlarımız ne kadar. Bu çok basit ve patronun anlayabileceği şekilde hazırlanmalıdır. Patron bir de nakit akış tablosunu görmek ister. Aslında muhasebecinin patronun çok kolaylıkla anlayabileceği bu tablolar çok kolay hazırlanabilir.

Muhasebeciler genelde iyi okullarda, iyi muhasebe dersleri görmüş kişilerden seçilirken patronların ne istediğini anlayamadığından çok detaylı bilançolar götürdüğünde patron da mutsuz olur muhasebeci de.

Bir patron muhasebeciden ne beklediğini bilir ve doğru şekilde istemeyi başarırsa, küçük işletmede muhasebe departmanına baş vuran – iyi okullarda okumuş ama iş tecrübesi olmadığından iş bulamamış- muhasebeci adayı da bunu doğru anlarsa sorun çözüme kavuşur.

Bu konularda destek verebilirim.
Sevgiler.
Gürkan
gurkan@gurkanakman.com

16 Eylül 2017 Cumartesi

Patron şirketinde çalışmak zordur.

Patron şirketinde çalışmak zordur
Patron her olanı görmek, duymak ister. Her atılacak adımdan haberdar olmak ister. Her şeye hakim olmak ister.

Patron hem muhasebecidir hem satışçı hem de üretim müdürüdür. Patron en iyi sosyal medyacıdır. Patron en iyi depocudur.patron en iyi şofördür. Patron en iyi doktordur. Patron en iyi temizlikçidir. En iyi insan kaynakları yöneticisidir.
En en en…
Çalışanların en iyisi ona en çok muhbirlik yapandır. En çok muhbirlik yapan çalışan patrona en sokulandır. Her olup biteni yetiştiren her durumda alkış tutan en iyi elemandır.

Bu her çalışan için böyle algılanır.

Küçük şirkette çalışmanın zorlukları içinde en önemli sorunlardan biri işe girerken bunları kabul edip çalışırken bunların söylenmesidir.
İşe girerken patronla konuşmadın mı? Seni işe patron seçmedi mi?
Çalışanın okuduğu okulu,  tecrübesi ne olursa olsun beklenti sadece para kazanmak ve işletmede uzun soluklu kalabilmekse bunları kabul edip işe girmedin mi?
Kabul ettiysen işine bak. Eğer çok uluslu büyük bir şirkette çalışmaya gücün yetmiyorsa kabullen.
Çalışanın önce bu sorunlarla baş etmeyi göze alması gerekir.

Önce patronun beklentileri algılanmalıdır. Patron para kazanmak ister. Eğer bir sosyal yardım derneğinde çalışmıyorsanız patronun aslında kazanma hırsını doğru algılamalısınız.
Patron her olup biteni anlamalı ve rotasını belirlemelidir.

Çalışan talimatı doğru almalı ve hedeflenen rotaya göre gemiyi hareket ettirmelidir.

Bir gemi düşünelim. Geminin Kaptanı patron olsun.
Dümenci genel müdür ya da koordinatör olsun. Makineci, çarkçıbaşı, güverte lostromosu, fenerci telsizci, aşçı, yağcı herkes işini tam ve eksiksiz yaparsa gemi hem hareket eder hem de rotasından şaşmadan yolunda gider. Peki bunlardan biri aksasa ve kaptana aksama bilgisi gitmezse ne olur?
Gemi yarı yolda kalır. Bu durumda herkes işini patrona yani kaptana doğru bildirmek zorundadır.
Küçük gemilerde durum böyleyken çok büyük gemilerde yani büyük şirketlerde ne olur?
Tabi ki aynı şey olur. Büyük gemilerde personel çok olduğundan kaptana değil bir üst amire rapor edilir ama rapor edilir.
Büyük şirketlerde çalışan patronla direk temas etmediğinden bilginin gidiş şekli görünmez. Ama unutmayalım ki büyük şirket de olsa kamu da olsa yapılan işin bir patronu yada bizim deyişimizle bir Kaptanı var.
Aslında büyük şirkette çalışmanın ayrı zorlukları var. Bütün gün sadece kahveyle beslenip sigarasını plaza önünde içmek de çok zordur. Bir derdiniz olduğunda kolayca patrona ulaşmak mümkün olmadığından prosedür gereği sadece bir üstünüzle irtibata geçebilirsiniz.
Bu yüzden patron firmasında çalışıp sırtınızı oyalayan patron hakkında çok da fazla serzenişte bulunmayın derim.

Sevgiler
Dertleşebiliriz
gurkan@gurkanakman.com


Kazanma arzusu ve kaybetme kokusu. Delegasyon

Kazanma arzusu ve kaybetme kokusu. Delegasyon

Her ticarete gireninin kazanma arzusu olduğunu çok iyi biliriz de aslında bir de kaybetme korkusu vardır çok söylenmeyen. Kazanma arzusu ne kadar çoğalırsa kaybetme korkusu da o kadar çoğalır.
Kazanma arzusu ile hep büyüme hedefleri konurken her büyüme hedefinin altında bir o kadar da kaybetme korkusu oluşur. Kazanma arzusuyla atılan her adım kayıpların büyümesi için de risk oluşturur. Risk büyüdükçe telaşa kapılma ise hem kaybetme ihtimalini yükseltir hem de daha fazla risk alma ihtimali oluşturur.

Kaybetme korkusuyla risk alınamaz mı?

Elbette alınır. Ancak risk alırken çok iyi hesap yapmak çok iyi konsantre olmak gerekir.
Alınan risk her durumda kötüye götürmez elbette. Ancak risk alınırken yapılan hatalar her şeyin yerle bir olmasına da sebep olur.

Küçük işletmelerde tüm kararları patron alacağından riskler de patronun olur kazanç da. Patron her ne kadar “kendim ettim kendim buldum” desem de aslında yapılan hata her çalışanı ve patron da dahil her aileyi etkiler. Bu yüzden küçük işletmelerde riski patronun alması çalışanların istediği bir şeydir. Sonuçta çalışan işsiz kalmaz ama patron sıkıntıya düşer. Bu durumu fark eden çalışanlar genelde her sözü patrona yıkarlar. Her şeyi patrona yüklerler. Taşın altına elini koyacak çalışan çok azdır.
Patron bu durumda ne yapmalıdır?

Sadece pirim vererek bu iş çözülmez. Prim vermek bir süre sonra pirim azaldığında işlerin çıkmaza girmesine sebep olacaktır. Prim verme işini başka bir yazımda anlatmak istiyorum.
Patron yetki ve sorumluluk vermeyi doğru becerebilirse bu işin altından hasarsız çıkar. Genelde küçük işletmelerde patron her işi bilmek her işin altında ne olduğunu duymak ister. Bu yüzden her zaman bir muhbiri olur. Genelde yeğenini ya da bir akrabasını çalışanların içinde tutar ki akşam haberler gelsin. Bu son derece sıkıntılı sonuçlar doğurur. Çalışanlar bunu fark ettiğinde patrona mektup göndermeye başlar. İşler karmaşıklaşır ve düğümlenir. Bu yüzden patron doğru seçilmiş kişilerden bir ekip oluşturup işleri delege etmelidir. Her çalışanı toplayıp bitmeyecekmiş gibi uzun toplantılar yerine yöneticisiyle kısa ama sonuç verir toplantılar yapmalıdır. Ben uzun yıllar patronların benim elemanlarımla uzun toplantılar yapmasından çok rahatsız olmuş biri olarak diyorum ki;

Yöneticinizi doğru seçin ve güvenin. 

Arkasında durun. Size sorun geldiğinde sorunu yöneticinin çözebileceğini hissettirin. Her çalışanın ne yaptığını bilmek yerine kendi işleriniz ile ilgilenin. Bir patron günde her departman müdürü ile bir saat bile görüşse yeter. İyi sorular seçin ve soruların cevapları tatmin etmezse tekrar deneyin. Zaman verdiğinizde bu süre hem size hem çalışanlara çok daha iyi gelecektir. Bırakın herkes işini yapsın.
Tüm çalışanlarına kazanma arzusunu aşılayın. Aşılayın diyorum çünkü bu kazanma arzusu hem büyümeye hem de verimliliğe yol açar. Kaybetme korkusunu da kendi içinizde tutun. Sürekli kaybetme korkusuyla ne yöneticiniz ne çalışanınız başarılı olamaz.

Kaybetme korkusu süreklileşirse vücutta ödem yapar. Şişmanlatır. Siz bir süre sonra büyüdüğünüzü zannederken bakmışsınız ki sadece şişmanlamışsınız. Hantal bir vücut hareket kabiliyetini yitirir.

Bütün bunları konuşmak isteyen patron ya da küçük şirketteki yöneticilerle dertleşebilirim.
Sevgiyle
gurkan@gurkanakman.com

Kazanma arzusu ve kaybetme kokusu. Delegasyon
Her ticarete gireninin kazanma arzusu olduğunu çok iyi biliriz de aslında bir de kaybetme korkusu vardır çok söylenmeyen. Kazanma arzusu ne kadar çoğalırsa kaybetme korkusu da o kadar çoğalır.
Kazanma arzusu ile hep büyüme hedefleri konurken her büyüme hedefinin altında bir o kadar da kaybetme korkusu oluşur. Kazanma arzusuyla atılan her adım kayıpların büyümesi için de risk oluşturur. Risk büyüdükçe telaşa kapılma ise hem kaybetme ihtimalini yükseltir hem de daha fazla risk alma ihtimali oluşturur.
Kaybetme korkusuyla risk alınamaz mı?
Elbette alınır. Ancak risk alırken çok iyi hesap yapmak çok iyi konsantre olmak gerekir.
Alınan risk her durumda kötüye götürmez elbette. Ancak risk alınırken yapılan hatalar her şeyin yerle bir olmasına da sebep olur.
Küçük işletmelerde tüm kararları patron alacağından riskler de patronun olur kazanç da. Patron her ne kadar “kendim ettim kendim buldum” desem de aslında yapılan hata her çalışanı ve patron da dahil her aileyi etkiler. Bu yüzden küçük işletmelerde riski patronun alması çalışanların istediği bir şeydir. Sonuçta çalışan işsiz kalmaz ama patron sıkıntıya düşer. Bu durumu fark eden çalışanlar genelde her sözü patrona yıkarlar. Her şeyi patrona yüklerler. Taşın altına elini koyacak çalışan çok azdır.
Patron bu durumda ne yapmalıdır?
Sadece pirim vererek bu iş çözülmez. Prim vermek bir süre sonra pirim azaldığında işlerin çıkmaza girmesine sebep olacaktır. Prim verme işini başka bir yazımda anlatmak istiyorum.
Patron yetki ve sorumluluk vermeyi doğru becerebilirse bu işin altından hasarsız çıkar. Genelde küçük işletmelerde patron her işi bilmek her işin altında ne olduğunu duymak ister. Bu yüzden her zaman bir muhbiri olur. Genelde yeğenini ya da bir akrabasını çalışanların içinde tutar ki akşam haberler gelsin. Bu son derece sıkıntılı sonuçlar doğurur. Çalışanlar bunu fark ettiğinde patrona mektup göndermeye başlar. İşler karmaşıklaşır ve düğümlenir. Bu yüzden patron doğru seçilmiş kişilerden bir ekip oluşturup işleri delege etmelidir. Her çalışanı toplayıp bitmeyecekmiş gibi uzun toplantılar yerine yöneticisiyle kısa ama sonuç verir toplantılar yapmalıdır. Ben uzun yıllar patronların benim elemanlarımla uzun toplantılar yapmasından çok rahatsız olmuş biri olarak diyorum ki;
Yöneticinizi doğru seçin ve güvenin. Arkasında durun. Size sorun geldiğinde sorunu yöneticinin çözebileceğini hissettirin. Her çalışanın ne yaptığını bilmek yerine kendi işleriniz ile ilgilenin. Bir patron günde her departman müdürü ile bir saat bile görüşse yeter. İyi sorular seçin ve soruların cevapları tatmin etmezse tekrar deneyin. Zaman verdiğinizde bu süre hem size hem çalışanlara çok daha iyi gelecektir. Bırakın herkes işini yapsın.
Tüm çalışanlarına kazanma arzusunu aşılayın. Aşılayın diyorum çünkü bu kazanma arzusu hem büyümeye hem de verimliliğe yol açar. Kaybetme korkusunu da kendi içinizde tutun. Sürekli kaybetme korkusuyla ne yöneticiniz ne çalışanınız başarılı olamaz.
Kaybetme korkusu süreklileşirse vücutta ödem yapar. Şişmanlatır. Siz bir süre sonra büyüdüğünüzü zannederken bakmışsınız ki sadece şişmanlamışsınız. Hantal bir vücut hareket kabiliyetini yitirir.
Bütün bunları konuşmak isteyen patron ya da küçük şirketteki yöneticilerle dertleşebilirim.
Sevgiyle



 #işletme #patron #personel #şirket #zarar #kar




15 Eylül 2017 Cuma

kurumsallaşmak isteyen patron

Çok badireler atlatmış ve feleğin çemberinden geçmiş patronlar.

Genelde Anadolu’nun bağrından kopmuş gelmiş ve önce kardeş ve akrabalarını yanına katarak büyümüş şirketler var. Bu şirketler belirli bir hacimce büyüdükten sonra kurumsallaşma telaşına düşerler. Kardeş ya da akrabalar asıl patrona ayak uydurmakta zorlanırlar. Bu patronlar çok zeki ve çalışkan olduklarından gittikleri şehirlerde tutunup büyümeye başlarlar. İlk başlarda tek ve yoldaş gördüğü en az bir çalışanı olur. Büyürler, kardeşler ve başka çalışanlar işin içine girer. Bir fırsatını bulup aldıkları bir ihale ardından yeni bir ihale getirir. Para kazanmaya başlarlar ancak büyümekte sıkıntılar oluşur. Önce afilli bir dört çeker alınır. Bu dört çeker onun hem memlekette hem de girdiği ortamlarda prestijini sağlar. Birazcık havalanmaya ihtiyacı vardır elbette.

Arada bir sendelerler. Yere tam yıkılacakken akrabalar, kardeşler ayağa kaldırırlar. Sonrasında zeki patron bu kardeşleri yanından ayırmaz. Ayırmaz ayırmasına da büyürken hep köstek olur kardeşler. Kardeşler abi kadar zeki ve meraklı değillerdir genelde. Genelde – en küçüklerden biri – abiyi taklit etmeye çalışır. Beceremez. Abi bunları kovalayamaz hem kendi çağırmış hem de vefa borcu vardır. Bu kardeş büyüme esnasında hep arıza çıkarır. Şirket birkaç yılda büyür büyür ve hem para kazanmaya başlar hem de iyi işler yapmaya. Kardeşler ve o ilk eleman hep yanındadır. Azıcık arızalar çıksa da hepsi büyümenin ve paranın sarhoşu olurlar.

Sonra bir gün kurumsallaşma merakı başlar. Nedir bu kurumsallaşma?

Hep yanlış anlaşılır. Önce bir ISO 9001 belgesi alınır. Ama belgenin ne olduğunun ve neye göre verildiğinin anlamının ülkemizde hiç anlaşılmamasından bu da yanlıştır. Bir ISO danışmanı tutulur. Dosyalar hazırlanır. Denetçi gelir sadece dosyalar kontrol edilir ve belge alınır kolayca. Parası peşin ödendiğinden bu ülkede hiçbir zaman ne işe anlaşılmamış bir belge alınmıştır. Artık ihalelerde rahatça kullanılabilecek olan bu belge alındığından şirket kurumsallaşmıştır.

Yok öğle yağma. Ülkede pek çok şeyde işe yarasa da bu belge şirketi kurumsallaştırmaz. Zannedildiği gibi belgeyi almış olan şirket kurumsallaşmamıştır. Sadece öyle zannedilir. En çok da kardeşler bunun iyi bir gelişme olduğunda hemfikirdir.

Peki küçük şirketin kurumsallaşması nasıl olur?

Öncelikle buna patronun inanması gerekir. İnanıyor gibi değil ama her parçasıyla inanması ve uygulamak için uğraşması gerekir.

Kurumsallaşma delegasyon gerektirir. İşin belli kimseler tarafından belli kimselere yaptırılması ve paylaştırılması gerekir. Bir şirkette temel üç unsur olur. Üretim, satış ve mali işler. Bunların altına her şeyi yerleştirebilir ve içlerinde çapraz ya da paralel bağlayabilirsiniz elbette. Ama patron bu üç konuya hakim doğru birilerini bulursa ve o birileri koordineli iletişim ve iş paylaşımı yapabilirse kurumsallaşmak için belgeye falan ihtiyaç kalmaz.

Abi genelde para işinin başına bir küçük kardeşini koyar. Ama finans ve muhasebe farklı çalışanlardır. Bu kardeş her şeye karışırken -farkında olmadan- geçmişten gelen alışkanlıklarla her ödemeyi ya geciktirir ya da geri çevirir.

-E bütçe yapmıştık Ali Bey, ödememiz gerek
-Niye ödeyeyim kardeşim bu kadar para bu işe verilir mi.
- Ama O**** bey tamam demişti.
- Ben konuşurum. Size dönerim.
Süre geçer. O**** Bey tamam dediğini ve ödemeyi kendi bildiğini söyleyince Ali Bey çalışana döner ve dövercesine ödemeyi yapar. Bu süreç genelde benzer şekillerde olur.

Satışın başına genelde küçük ve abisini taklit eden kardeş geçmiştir. Abisini taklit etmeye çalışır ama beceremez. Beceremediği gibi satış temsilcisinin satış yapmasını da – bilmeden- engel olacak kadar berbat eder.

Üretimde de genelde ortanca kardeş vardır. Bu sadece unvan olsun diye oraya oturtulduğundan genelde pek karışmaz. Ya da çekirdekten gelen eski alışkanlıklarla” israf etmeyin kardeşim şu torna talaşını” diyerek sistem körlüğüne sebep olur.

Aslında her birimin başında birer profesyonel vardır ama bu kardeşler yüzünden bir türlü istedikleri performans elde edilemez. Kurumsallaşma hayali bir süre sonra abinin canını sıkar. Fark etmediği en önemli şey kardeşlerinin akşam annesinin evinde birbirleriyle aldığı kararlardır. Patron ne kadar belge alsa da ne kadar kurumsallaşmaya çalışsa da kardeşler – fark etmeden – engel olmaktadır.
Bu ve benzeri kurumsallaşma sorunlarınız varsa destek olabilirim.

Sevgiler
Gürkan
gurkan@gurkanakman.com




hadi ben artık patron olayım bari diyenler

Bir şirkette çalışırken sanki çok kolay bir durummuş gibi kendi küçük işinin patronu olma arzusuyla iş kurmuş olanlar.
Ben bu işi öğrendim, e müşteriler de zaten beni tanıyor hadi bu işi ben yapayım diyenlerin bilmediği pek çok şey var.
En başta senin çalıştığın şirket eski, sen yenisin. Senin müşterine kredi açma imkânın ne kadar? O yüzden alamazsın.
Unutulmamalı ki müşteriler çalışanlından çok şirketlerin müşterisidir. Çalıştığın şirketin müşterisinin geçmişini biliyor musun? Belki de şirket müşterisine geçmişte destek olmuştur. Bu müşterinin şirkete vefa borcudur. O yüzden alamazsın.
Müşteri için kalıcı olduğunu bildiği bir firmayla çalışmak çok daha iyidir. Sen yarın ayağın kayar ve tökezlersen müşterin eski firmasıyla irtibatı zayıf olacağından seni tercih etmeyebilir. O yüzden alamazsın.
Müşteri senin bu hareketini yanlış bulmuş, beğenmemiş ve senden mal almak istemeyebilir. O yüzden alamazsın.
Müşterinin evvelden gelen inançları, alışkanlıkları, örf ve adetleri olduğundan senin ürünlerini tercih etmeyebilir. O yüzden alamazsın.
Bu ve bunlar gibi pek çok seçenek sıralanabilir.
Bunun dışında tedarikçiler de sizinle benzer sebeplerle mal vermeyebilir.
Eskiden çalıştığın firmayla ilişkisi sürsün ister ve senin üç kuruş fazla vermeni önemsemez. Senin çekini ve hatta nakitti bile çeşitli sebeplerle reddeder. Sen her şeyi paranla halledebileceğini sanırken eskiden gelen dostluklar, yardımlaşmalar, benzer pek çok ilişki vardır. Bunlar senin eski patronun tarafından kurulmuş ve sen ne kadar girişimci ne kadar azimli olursan ol sahip olamayacağın şeylerdir.
Rakip tedarikçin de çok zaman oyuna yeni oyuncular sokmak istemeyeceğinden sana mal vermek istemeyebilir.
Bunlar gibi pek zor sebepten dolayı ben artık kendi işimin patronu olabilirim diye pozisyonunda istifa edip bir şeyler yapmaya didinip elindeki avcundakini heba eden olmuştur.
Bunların dışında firma sahibi olmanın başka zorlukları da vardır.
Patron gerekirse senin maaşını ödeyebilmek için kredi kullanır. Kira günü geldiğinde çek bozdurur, sigorta ödeme günü geldiğinde borç bulur. Patronun bayramlarda tatil olduğunda sevinmez. Sen çalışanken “bayram gelse de tatil yapsam” derken patron “bu on gün boş geçecek ne yapacağız” diye üzgündür.
Eğer bunları göze alabiliyorsan bas istifanı gör gününü.
Yok ben istifa edip bir sahil kasabasında küçük bir çay ocağı açarım diyorsan durum başka.
Patronsanız ve çalışanım bunu yapabilir endişesi taşıyorsanız, bu ve benzer konularda destek almak isterseniz iletişime geçebilirsiniz.
Sevgiler
Gürkan
gurkan@gurkanakman.com





Küçük firmada yönetici olmak.

Küçük firmada yönetici olmak.

Otuz kırk kişilik küçük ve patron firmalarında yönetici olmak zordur.

Eğer patron yakını ya da çok şımartılmış bir eski eleman yönetici olduysa durum başka. O türde yönetici olanlar genelde patronun istediğini ileten aracılardır. Ya da olup biten her şeyi patrona iletmek için oluşturulmuş kuryelerdir. Patronun yeğeni, kardeşi, kayınbiraderi olmak havalı bir iş gibi görülse de onun gerçek işinin ne olduğunu bilen diğer çalışanlar hem ondan sakınır hem de pek yakınlaşmazlar. Bilirler ki söylenen ya patronun talimatı ya da yöneticinin egosundan. Sizin eylemleriniz de hemen patrona gidecek.Bu yöneticiyi çileden çıkartır. Baskı kurmaya çalışsa da çalışanlardan uzaklaştırır. Sonuç hüsran. Hem çalışanla dostluğu bozulur hem de iş verimi beklenenden aza iner. Yöneticilik tecrübesi olmayan kişinin yönetici olması doğru değildir.
Peki dışarıdan yönetici geldiğinde?

Gelen yöneticinin maaşı -büyük ihtimalle- bir önceki şirketten az fazladır. Bu gelen yöneticinin de üstün bir performans sergilemesi beklenir. Küçük düşünen patrona göre yönetici;
-Hemen, çalışanlarla iyi ilişkiler kurabilmeli,
-Hemen, satışları ya da üretimi patlatmalı,
-Hemen, patronun temposuna e beklentilerine ayak uydurabilmeli,
-Hemen, beklenen raporları masasına koyuvermeli,
-hemen, diğer departmanlarla harika bir iletişime geçmelidir.
Bunların hepsini hemen beklediğinden sorunlar başlar.
Yönetici kendini ispat etmeye çalışır. Önce diğer çalışanlara çamur atar, sonra sisteme, sonra ürünlere.

Bütçe yoktur. Küçük işletmelerde hemen her şeyin oluvermesini ister patron. Öyle gider bütçesini yap ver, ardından muhasebede giderlerin için bir sürü surat çek. – ki muhasebede çalışan az sayıda eleman “patron gördü mü bunu?” diye önce bir fırçalar-. Patron ya fırçalar “niye taksiye biniyorsunuz. Arkadaşın seni bıraksaydı” gibi. Ya da bir dahaki sefere böyle olmasın dercesine onaylar. Yöneticinin sıkıştığı anlardandır.

Yönetici alışkın olduğu eski patronunun öğrettiklerini uygulama başlar. Ama beklendiği gibi kolay olmaz. Patron her şeyi hemen beklediğinden eli ayağına dolaşır. Eski patronunun daha iyi olduğunu düşünmeye başlar. Ya da patron hemen verim alamadığından mutsuz olur. Sonuç şu;
  • -          Beklediğimiz performansı alamadığımızdan, ya da
  • -          Patron senin bu çalışanlar var ya,

gibi mazeretlerle istifa ya da işten çıkarılma süreci başlar. Bu süreç çalışan için de patron için de çok zararlıdır. Sonuçta patron da çalışan da zaman harcamıştır ve herkes maddi ve manevi zarar görür. Sonra sil baştan.

Bunların hepsinin kolayı var. Atadığınız yöneticiye patronun neyi, ne zaman, ne kadar, nasıl, neden ve kimden istediğini anlatabilmek ve çalışanınıza hem eğitim hem de olayları yaşayarak öğretme fırsatımız var.
İletişime geçerseniz hepsini anlatabilirim.
Sevgiler
Gürkan
gurkan@gurkanakman.com




genç girişimcilerin sorunları

Girişimcilerin başlıca sorunları; Gencecik ve pırıldayan gözler, müthiş yaşam enerjisi ile birleşince harikalar yaratıyor. Bunlara bi...